10.11.2017 – Journo / Burcu Karakaş

Çocuk cezaevi gerçeği (3): Yemeklerden fare kuyruğu, insan dişi çıkardı

cropped-sincan-cezaevinde-cocuk-mahpuslara-ciplak-arama-11.jpg

Türkiye’de “terör örgütü üyeliği” veya “terör örgütü propagandası” suçlamasıyla cezaevinde 197 çocuk bulunuyor. Adalet Bakanlığı Ceza ve Tevkifevleri Genel Müdürlüğü’nün, CHP İstanbul Milletvekili Onursal Adıgüzel’ün soru önergesine verdiği cevap, siyasi suçlamalar nedeniyle mahkûm olan çocukların bugünkü durumunu ortaya koyuyor. Ancak “siyasi çocuk mahkûm” kavramı, Türkiye için yeni değil. Diyarbakır’da 2008 yılında henüz 15 yaşındayken gözaltına alındıktan sonra tutuklanan H.’nin yaşadıkları, çocuk cezaevlerinde yaşanan travmayı gözler önüne seriyor.

“Cop yedik, hakarete uğradık”

H., Diyarbakır Askeri Cezaevi’nde 14 Temmuz 1982 yılında maruz kaldıkları işkence ve kötü muameleler nedeniyle ölüm orucuna başlayan ve sonrasında hayatını kaybeden tutukluları anmak için düzenlenen eylemde gözaltına alınmış. Gözaltına alındıklarında tutuklanacağının aklından bile geçmediğini söyleyerek, “O sıra normal bir eylemdi” diyor. Daha cezaevine gönderilmeden kendisiyle beraber üç gün boyunca gözaltında tutulan çocukların yaşadıklarını anlatıyor:

“Gözaltında fiziki ve psikolojik şiddet vardı. Polis memurları, ‘Tüm Kürtleri yakalım’ şeklinde çirkin fantezilerini anlatırlardı. Ağza alınmayacak hakaretler, küfürler… Ara ara tokatlar, tekmeler… Bizi ilk aldıklarında büyük bir otobüse koydular. Dışarıda vurmadılar, basın vardı. Araçta coplarla kaba dayaktan geçirdiler. Üç günlük gözaltı sürecinde de aynılarını yaşadık.”

30 kişilik koğuşta 100 çocuk

Üç günün sonunda Diyarbakır Cezaevi’ne gönderilmişler. Kıyafetlerini çıkartmaları istenmiş, üst aramasının ardından tek kişilik hücrelere gönderilmişler. Sonrasında 11 ayını geçireceği koğuş günleri başlamış. 30 kişilik koğuşta önce 36 kişi olduklarını, sonrasında bu sayının iki katına çıktığını söylüyor:

“Her yerden çocuklar geliyordu. Cizre’den, Batman’dan… Bir ara 100 kişi kaldığımız da oldu. Aramızda hiç 18 yaş üstü yoktu. 18’ini dolduranı yetişkinlerin yanına gönderiyorlardı. Yerlere yatak sererek ikişer kişi uyumaya çalışıyorduk. Olduğunca sığmaya çalışıyorduk oraya.”

Diyarbakırlı gardiyanlar gidince…

Cezaevi koşullarının genel olarak kötü olduğunu ifade eden H., o dönem cezaevi görevlilerinden yana sıkıntı çekmediklerini anlatıyor. Ancak bunun sonradan ortadan kalkan önemli bir nedeni var:

“Bizim zamanımında gardiyanların çoğu Diyarbakırlıydı. İnsanlar birbirlerini tanıyordu. Aralarında akraba olduklarımız da vardı. Çekiniyorlardı. Ancak çocuksunuz nihayetinde ve gece gürültü yaptınız diyelim. Disiplin cezası veriliyordu. Revire çıkarmıyorlardı. Hobi alanına götürülmüyorduk. Öte yandan kardeşim benden dört sene sonra, 17 yaşındayken içeri girdi. Diyarbakır Cezaevi’nde altı ay yattı. Onun zamanında gardiyanlar değişmiş. O mesela, küfre ve hakarete maruz kaldığını söylemişti.”
Cezaevi koşullarından söz açılmışken aklına gelenleri, “Kitap okuma imkânımız yoktu. Elbise yıkama imkânımız da yoktu. Televizyonda istediğimizi istediğimizi izleyemiyorduk. Radyo ve istediğimiz gazeteler verilmiyordu” diye sıralıyor.

Koğuşta 12 yaşındaki çocuklar ağlardı

Koğuşta 12-13 yaşında çocukların da olduğunu belirten H., annelerinden yeni ayrılmış olan bu çocukların cezaevi koşullarına dayanamayarak sürekli ağladığını hatırlıyor. “Kriz durumu içindeydiler” diyerek, kendisi gibi ‘biraz daha büyük’ çocukların ellerinden geldiğince onlara yardım etmeye çalıştıklarını söylüyor.

“Psikolog imkanı yoktur. Birbirimize destek olmak zorundaydık.”

Hastalık ya da rahatsızlanma durumunda revire götürüldüklerinde doktorun herkese aynı ilacı verdiğini, bir astım hastası arkadaşlarını aspirin yazarak geri gönderdiklerini bugün artık gülümseyerek dile getiriyor.

Yemeklerden çıkan çivi, ip, diş…

H.’nin hiç unutamadıklarında biri, cezaevindeki yemekler… Kötü yemekler nedeniyle devamlı olarak kilo verdiklerini ya da yeseler dahi yemeklerin içinden çıkan maddeler nedeniyle kusmak durumunda kaldıklarını anlatıyor:

“Yemeklerin içinden insan dişi, fare kuyruğu, ip, çivi gibi bu tür şeyler çıkıyordu. Bilerek atıyorlardı muhtemelen. Bunları ben kendi gözlerimle gördüm. Bir arkadaşın ağzına diş gelmişti de yediği bütün yemeği çıkarmıştı. Bir gün bir yemeğin içinden çiviyi bizzat çıkardım. İdareye şikâyet ettiğimizde, ‘Biz de aynı yemekleri yiyoruz’ diyorlardı.”

Tahliye edildiği gün cezaevinin kapısından çıktığında babası tarafından karşılanmış. Kavuşma anının onun için özel bir yeri var. “Bir görüşüme geldiğinde giderken zafer işareti yapmıştı. Bu nedenle görüş yasağı verdiler. 11 ay içeride kaldım, 8 ayında babamı göremedim. Telefonla konuşabiliyorduk. Uzun zamandır kendisini göremediğim için beni almaya geldiğinde duygulanmış, ağlamıştım” diyor.

“Toparlanma süreci uzun sürüyor”

H., cezaevine girdiğinde Anadolu Lisesi öğrencisiydi ve lise üçüncü sınıfa geçmişti. Şimdi ise 26 yaşında. Çocuk yaşta kapalı ortama hapsedilmenin ve özgürlükten alıkonulmanın çok ağır olduğunu ve cezaevi koşullarında yaşamanın çok zor olduğunu ifade ediyor. Tutuklanmadan önce ailesinden hiç ayrılmadığını, dolayısıyla cezaevi sürecinde oldukça zorlandığını anlatıyor. Ancak 16’sında cezaevinden çıktıktan sonra kendine gelmesi de kolay olmamış. Türkiye İnsan Hakları Vakfı (TİHV) aracılığıyla psikolojik destek almış. Kendisinden sonra kardeşinin de içeri alınmasından da ayrıca çok etkilenmiş:

“Birkaç sene toparlanmakta zorlandım. Nereye gitsem polis gördüğümde elim ayağım titriyordu. Bir gün ailemle pasaport çıkartmak için karakola gitmiştim. Orada duramadım, çıkardı beni ailem. Uzun bir süre polis gördüğümde yanlarından geçemez hale gelmiştim. Epey uzun sürdü toparlanmak… Uzun sürüyor o süreç.”

Okula adaptasyon süreci de benzer bir şekilde zor olmuş. Bir yıllık kaybın ardından eğitimine devam etmiş ancak uyum sağlamakta güçlük çekmiş. Yaşadıklarının çok kötü etkiler bıraktığını söylüyor. Bir seneye yakın kapalı bir ortamda kaldıktan sonra dışarı çıktığında sudan çıkmış balığa döndüğünü dile getiriyor:

“Belli şeyler yaşamışsınız. Her şey size farklı geliyor, zorluyor sizi.”

“İçeriden çıkanların çoğu dağa gitti”

H., liseyi bitirdikten sonra üniversite sınavlarına girmiş. Şu an Kıbrıs’ta bir hukuk fakültesinde ikinci sınıf öğrencisi olarak eğitimine devam ediyor. Hukuk tercihini, “İnsan adaletsizlikle karşı karşıya gelince bir şey yapmak istiyor. Bunun yolunun da hukuktan geçtiğini düşündüm” sözleriyle açıklıyor. Bir hukuk öğrencisi olarak H.’ye göre, ne yapmış olursa olsun bir çocuğun yeri cezaevi olmamalı. Çocuk yaşta birinin suç işlemişse bile onu oraya sürükleyen nedenlerin sorgulanması gerektiğini düşünüyor.

H., cezaevinden çıkıp eğitimini sürdürebilen azınlıktan olduğunu söylüyor. Kendisiyle aynı dönemde siyasi suçlamalarla içeri girip de büyüyen çocukların çoğunun dağa gittiğini, yalnızca iki kişinin okuduğunu, dağa gidenlerin de neredeyse yarısının şu an hayatta olmadığını ifade ediyor.